25 Ekim 2015 Pazar

Üzgünüm


 Uzun süredir hissettiğim bir durumu 140 karaktere sığmayacağını düşündüğüm için internet aleminde bir  tweet yerine bir sayfa daha yer kaplıyorum bunun için şimdiden üzgünüm.
Bu sayfayı okuyorsanız zamanınızı bir tweetten fazla çaldığım için üzgünüm.

Zaman demişken, partili/kahveli, sevgilili/dostlu,  nişanlı/düğünlü, Avrupalı/Amerikalı fotoğraflara zaman ayırmayıp facebook'u sadece yabancı arkadaşlarla iletişime girmek için kullandığım için de üzgünüm. Geçirdiğim zamanı, hayatımı buralara sığdıracak ya da başkalarının hayatını bu kadar merak edecek kadar değersiz bulmadığım için üzgünüm.
Bu görüşümü anlayamayan dostlarım için çok daha üzgünüm.

Bazen gerçekten çağ dışı hissediyorum kendimi. Bazen ekstra bir çaba sarfediyorum onlardan olmak için. Görüldüğü gibi kendimi bir Amish de ilan etmiyorum ama yapamıyorum (!) üzgünüm.
Ne fotoğraflara bakıp imreniyorum ne de milleti imrendirmek için çaba harcıyorum.
Üzgünüm yurtdışına son 2-3 yılda fazla çıktım bunu internet alemine sayfa sayfa ilan etmedim. Çünkü ben ilan etmeden bile 'NE GEZDİN BE !' oldu, bir de gözüne gözüne soksam yerin dibine girmiştim.
ÇOK ÇOK üzgünüm,  üniversite hayatım boyunca çalışıp paramı Koton-Mango'ya harcamadım. Üzgünüm, paramı suyun 5 lira olduğu cafelerde harcayıp check-in yapmadım. Paramla yer gördüm, Erasmus yaptım, insan tanıdım. Paramla hayatımı değiştirdim üzgünüm. O para ben dışardayken de bitti ama yok ben gene de 'NE GEZDİM BE !'

Üzgün olduğum uyum sağlayamadığım daha birçok konu var ama sizin zamanınız da bence benim bu derdimden değersiz değil. Bilin sadece üzgünüm. Ama en çok da dikkat çekme çabasına girmeyip böyle bir yazıyı gerçekten hissederek yazdığım için üzgünüm. Umarım beni affedersiniz.

18 Ağustos 2015 Salı

Burdayım

Gitmedim gerçekten burdayım. Ben gene çalışmaya başladım da kafama estikçe daha çok yazarım.Bu arada geçen zamanda mezun olmamın da verdiği bir pskoloji olsa gerek, yeni kararlar aldım. Bunları da şu hiç okunmayan bloguma yazmak istiyorum.  
Yazarsam yaparım.

Şimdi mezun olmuş ne yapacam lan kafalarındayken karar verdim mesela;
- Gitar öğrenmem lazım. 
- Yeni bir dile girişmem lazım ki bu tabi ki Portekizce olacak. ( Oldu da ilk kurum bitti. :)
- Vlogger olacam bu konuda kararlıyım. 

Tüm bu yeni başlayan avare hayatıma kasımdan sonra gireceğim. Şansım yaver giderse daha mutlu olduğum bir yerde olacam ve e-günlük yazıp ölümsüzleştirecem.


Bayılıyorum kendi kendime konuşmaya.
İşte çok sıkılıyom napiyim.

Ağustos 2015





12 Haziran 2015 Cuma

5 Senelik Üniversite Hayatımın Özeti

Üniversiteye başladığım ilk sene lanet ederek mezun olacağımı düşünüyordum. Olmadı... Okulu çok sevdiğimden, bana inanılmaz bir eğitim verdiğinden, kültürüme kültür kattığından değil tabi ki. Çünkü okuldan nefret etme sebeplerim, okulu sevme sebeplerimden çok daha fazla. Bunun nedeni tamamen 2. sınıfa doğru artık pes etmemle alakalı. 500 bilmem kaç senelik üniversite abiiii... Kendi düzelememiş, ben mi düzeltecem ?

Okulun bana verdiği o yüzlerce insanın içerisinden parmakla sayılır dost edindim. Dost olarak saymadığım ama olur ya aynı ortamdasın-konuşmak zorundasın diye sıfatlandırdığım arkadaşlar daha fazla oldu. Bir de kankaya bağlamadığım için pişman olduğum birkaç 'cool' insan vardı bu kadar. (Zaten twitter'da bir numaralı stalker'ım olduğu için bu satırları da okuduğuna eminim.)


Bir de onlarca hoca içerisinden 4 isim çıkarabildim. Battal Hoca- İlkay Hoca - Gülin Hoca - Ahsen hoca. Herbiri mutlaka bir şey kattı hayatıma. 

Ahsen Hoca ile sohbetim bile yoktur. Eğitim verme şekli - sınav yapma şekli - hatta derste anlattığı kadarıyla anneliğine bile hayranım. 
Gülin Hoca'nın her öğrenciyle tek tek ilgilenebilme yeteneği.. çok tatlı.. (Yani sizi bilmem benle ilgileniyordu -_- ). Istediğim referans mektubunu izinli günü olmasına rağmen zaman ayırıp imzalaması daha da tatlı. Evet çünkü burs aldım hah !
Battal Hoca ile İlkay hocayı sevme sebebim aynı. İkisi de tam 'Abi sinema mı ya ?' diye şüphelendiğim zamanda çıkıp 'Yaparsın sen' dediler. Bilmiyorum ne kadar yapabildim ama İlkay Hoca'nın facebook hesabında isimlerimizi etiketleyip çektiğimiz film için sizinle gurur duyuyorum yazısını okuğum an saniyesiyle aklımda. Ne ağladım ya sanki Cannes'da aday olduk.
Kısacası beni güzel gaza getirdiler... yani desteklediler demek istedim.

Teşekkürler güzel insanlar.

(O Gerzek şişman hocadan da nefret ediyorum.)

Şu ilginç köklü okulda 3 tane aynı günde aynı saatte sınava mı girmedim... Çekilen bir kısa filmde oynadım diye adım 'Bay Cipsteki Kız' mı olmadı... Beni sırf bunun için Taksim'de çeviren oldu be ! 


Son sözümü söylemeye yakın belirteyim.. 

Duvarlarda kopyalar arasında gördüğünüz o ilginç harfler benim Ermenice yazdığım kopyalar. Onlar da benden size mirastır. (BOYANDI)

Üniversite ile ilgili bir yazı yazdığımda bunu en son şu duygularımla kapatırım. Bana İstanbul Üniversitesi dediklerinde bir kelime gelecek aklıma. 'Erasmus'. Ahh o anlaşmayı kim Portekiz ile yapmışsa...O üniversitenin altına kim imza atmışsa... Hatta son dakika İtalya'yı seçtiği için beni Portekiz'e gitmek 'zorunda kılan' bir diğer Erasmus öğrencisi her kimse.... Onların ELİNİ ÖPÜP BAŞIMA KOYAYIM HE Mİ !



Hoşçekal İstanbul Üniversitesi

Pek de özlemeyecem...

30 Ekim 2014 Perşembe

Hoşgeldim !

Uzuuuuun zaman olmuş yazmadığım. Bu sürede neler oldu...
- Portekiz'e gidip 2 buçuk ay kaldım: ne fırtınalar estirdim  de elim dopdolu geldim
- Döndüm işe girmedim. Parasızlıktan sürünüyorum. Birikmiş paramı daha büyük olaylarım için saklıyorum.
- Dernekti- Koroydu hemen girdik o olaylara zaten. Etkinlikti, hazırlıktı. Milletin ağız kokusuydu çekiyoruz.
- Çok lolipop yiyorum. Çocukluğumda yediğim kadar çok.
- Yalnız sinemaya çok gidiyorum. Kendime bu zevki vermek için fırsat kolluyorum.
- Tezim için bir kısa film çekmek zorundayım. İlkay Hocamın gazına geldim, boyumdan büyük işlere kalkışıyorum.
- Evde duramıyorum. Durmak istiyorum dışarı çıkıp para harcamiyim diye. Ama sanırım bir paltomu koyucam özel bir alanım bile olmadığı için, sürekli adaya kaçıp orda kalmayı tercih ediyorum.


Özetle, gerçekten elle tutulur bir derdim yok. Mutlu olmak için hatta çok da güzel sebeplerim var. Yıllardır hiç olmayan. Yeiy :)

So; Pari Yega.. Pari Desannk!


Bu da yeniz tarzım :)

Uzun Uzadıya Uzaklar - USA-



Yolculuğa başlarken '' Of abi gene mi yolculuk ?'' dedim utanmadan ama özlemişim uzaklarda olmayı. Hani var ya aynı havayı solumadığını bilmek, aynı göğün altında olmadığını bilmek ve en önemlisi kimsenin karşına çıkmayacağını bilmek işte öyle bir şey.

Welcome to LOS ANGELES !

5. günümü devirdim biraz önce.  Genel bir özet geçersek şunu söyleyebilirim ki; ben burda yaşayamam. Bunu söylemek için galiba derin böyle deeep deeep  sebeplerim var ama tabi ifade edemediğimden ve şu an bunu buraya yazmak harbiden çok saçma olacağı için gerek yok.

Sırf olumlu şeyleri yazmayı denesem belki daha okunası yapabilirim bu yazıyı. Such as; burda yiyecek çok ucuz. Burda giyecek çok ucuz. Burda araba çok ucuz. Burda benzin de çok ucuz. Burda samsung galaxy 3S midir her ne zımbırtıysa 50$.


Neyse;
İngiltere'den aktarma yaparak gittik Los Angeles'a. Kaldığımız 3-4 saat Londra'da tabi ki sorun çıktı çünkü Türkiye Free Shop'tan aldığımız rakıları uçağa sokamadık. Burda tabi ki gözünü sevdiğim ülkemin gözünü sevdiğim free shop çalışanlarının suçu var bizi uyarmadıkları için.  Ha bir de derdini anlaması da zor İngilizin. Ne buluyorsunuz şu aksanda anlamıyorum.


Uzuuuuun... Çoook uzun süren bu yolculuğumda izlemediğim film, oynamadığım oyun, okumadığım kitap, yazmadığım sayfa kalmadı. Zaten uçağa girdiğimde business classın tabir-i caizse YATAKlarından geçip kıytırık koltuklara oturduğumuz an anlamıştım kaken bir yolcluk olacağını. Kendimi iyi hissettirsin diye 'portakal suyu' içmem minik bir sitemdi adeta.



Neyse sonunda ulaştığım maceralar dolu Amerika'da ilk dakkadan şu dakkaya kadar büyülendiğim bir şey olmadı hiç. Turist gözüyle bakıldığında evet belki ama yaşama söz konusu olunca başta da dediğim gibi pek de yapabileceğim tarz değildir burası.

Pasaport kuyruğunda 1, Mülteci bürosunda 2 saat bekledikten sonra dışarda beklemekten ağaç olan Hoparıma (amcama) kavuştuk.  En son görüştüğümüzde aramızda şöyle bir diyalog geçmişti;
- Take care Hopar!
- Sen take care kız!

Bu gördüğünüz tatlı insancıkta onun tornu. Kuzenimin kızı.  Yeni Gavrilof.


Jet lag'ın köpeği olduğum ilk günler saat 5 de uyanıp mal mal oturduğum sabahlar babam sağ olsun bizi donut yemeye götürdü. Zaten yürüyerek gidilebilen ender yerlerdendi. Ki o da 15 dk. sürüyor.

Bir de bizde her sokakta kedi-köpek olduğu gibi, burda da sincap var. Bir anda fare gibi önünden geçebiliyor. Ailecek de her seferinde '' AA bak bak bak !' tepkisi verebiliyoruz.




Mamamın kuzeni Susik Tantikler de bizi Sequoi National Park'a ve Fresno 'ya götürdü. Sequoi parkı Amerika'nın ikinci National Parklı ve adını dünyada sadece orda yetişebilen DEVASA Sequoi ağaçlarından alıyor. Büyük objelerin yanına yaklaşamayan biri olarak benim için ne kadar zulüm olsa da gerçekten hayret ediciydi kardeşim! Bu  ağaçların tohumu alınıp başka yerde yetiştirilemiyormuş. Düşen tohumlar ormanda çıkan doğal yangından ısınıp filizlenebiliyor.  Bu yüzden çoğu ağacın alt kısmı ya da içleri kül olmuş, simsiyahtı.

Yaşları da tabi boyutlarıyla aynı orantıda. Bilinen en yaşlı ağaç ve 3500 yaşında. Düşünürsek eğer Hz. İsa'nın saygıyla eğilmesi gerek kendinden büyük bu ağaca.

Şu yanda görünen ağaç genç olanlardan. Genelde genç olanlar 600-700 yaşlarındalar. Ve dibinde babamla nare oturuyor.


Aslında şaşırmamak gerek, Amerika'da her şey büyük. Porsiyonlar büyük, haliyle insanlar büyük, sığamadıkları arabaları büyük... E bunlara yetebilecek oksijen ancak büyük ağaçlardan elde edilebilir.

Zor olsa da, gözlerim kapalı kocaman ağacın yanında foto çekilebildim. Babam çekene kadar minik bir kalp krizi yaşamış da olabilirim.

Babam ağacı kurumaya asılmış pantolona benzetti. 
         Ben de kalın bacaklarıma -_-

Neyse çok ilgilenmek isteyen şuraya basar izler, öğrenir artistik taslamiyim botanikten çok anlar gibi.







JAN GAVRİLOF İLE ROCK CLIMBING YAPTIK!


FRESNO'DA WILLIAM SAROYAN'IN MEZAR TAŞINI GÖRDÜK.
-tabi kendisi içinde değil, Ermenistan'da gömülmek istemiş...-


FRESNO 'ADALET' BAKANLIĞI ÖNÜNDE 




FRESNO'DA WORLD CUP KEYFİ
AMERİKA-PORTEKİZ
(AMERİKA'DA PORTEKİZ'İ TUTAN TEK KIZ)


Arek'i yaklaşık 5 senedir görmüyorum. Ne yapar ne eder gördüm ettim, onayladım. Mutlu görünüyor. Bize yol yordam gösterdi, gezdirdi sağ olsun.  Birlikte gittiğimiz yerlerden biri Universal Studios'un City Walk'u oldu.

Gelip buraya yerleşirsem başıma neler gelecek onları da söyledi. Bak tekrar söylüyorum. Yapamam ben burda... :))


... Derken bunu gördüm.  'Bubba Gump''


''Shrimp is the fruit of the sea. You can barbecue it, boil it, broil it, bake it, saute it. Dey's uh, shrimp-kabobs, shrimp creole, shrimp gumbo,. Pan fried, deep fried, stir-fried. There's pineapple shrimp, lemon shrimp, coconut shrmip, pepper shrimp, shrimp soup, shrimp stew, shrimp salad,shrimp and potatoes, shrimp burger, shrimp sandwich... That - that's about it.''







Neyse... Anlayan mutlu etmiştir beni. 
Manvel Dayday da salı günüydü bizi Marina Del Rey'e götürmüş. Lana Del Rey ile hayır ilişkisi yok.  Biraz ötesinde Malibu sahili vardı. Geçenlerde Sayat Nova tayfası ile adada Malibu içerken şimdi orda olaydık konuşmasının üzerine çok manidar oldu açıkçası. 
Gittim gördüm. Yanında dostlar olmadıkça malibu da bir meymelet değil yani... 

Dostlara selam olsun..





ÇOK MU TOM HANKS GİTTİK BU YAZIDA?


SANTA MONİCA'DA LORA ÇAKAN'IN GEÇTİĞİ YERLERDEN GEÇMEK :)


6 AY SONRA BURAYA TEKRAR GELECEK OLMANIN VERDİĞİ 
VURDUMDUYMAZLIK...



Kuzenimle de bol bol gezdim. Agnesa; Kısaca Agi... Küçüklüğümüzden beri eğlence anlayışımız aynı olan bu kızla her şeyimizi bıraktığımız yerden devam ettirdik. Tabi level atlamışız. Eskiden arabayla ordan oraya gidemiyorduk.

Bu yandaki çocuk da, - ki adını hatırlamıyorum facebookumda bir yerde- arkadaşlarından biriydi. Kravatını övdü de durdu övdü de durdu. Dedim bir alabilir miyim. Verdi.. Taktım boynuma dedim; ''As an Armenian tradion when you give your tie to another, it means you are his/her  bitch, You should do whatever they want you to do... ''
Mini bir kriz geçirdi...

J. PAUL GATTY MÜZESİ'NDE




UNIVERSAL STUDIOS

 Çok Tom Hanks gittim bu yazıda ben çok...
Çok Tom Hanks'ten gittim ben... Çok
Alfred Hitchock Bey ile..


2.5 haftalık Amerika gezimde feleğimi en çok şaşıran şey oldu Universal Studios. Giden her arkadaşım, zaten buranın tam benlik olduğunu söylemişlerdi ama ne bileyim, bu kadarını da beklemiyordum.  Her karesini anlayabiliyorum, hissedebiliyorum sanki elimle koymuş gibi ben yaratmışım gibi. İlk dakikasından son dakikasına kadar heyecanım doruktaydı gezerken.


SCIENCE MUSEUM

Adından belli olduğundan benim değil Nare'nin ilgi alanına gittik. Yani... Merakınız varsa gidin. Bana bir şey katmadı... Sandviçler de çok pahalıydı zaten...

                                                   
Science Museum'da


Füzelerin kalkış tarihleri yazılmış. Tam doğduğum gün var bir tane. Tarihi de duvara yazılmış. Ama Nare... Doğum günü 12 Şubat 1997.. Füze tarihi 11 ŞubAT 1997.. VE BUNA GERÇEKTEN BOZULDU !


NAVASARTYAN TURNUVALARI

1 milyon Ermeni'nin yaşadığı California'da yıllardır her yıl düzenlenen bir spor turnuvasıymış Navasartyan. Dünyanın dört bir tarafından gelme Hay'larla aynı havayı soludum. Büyük bir heyecanla gittim, o heyecanım kursağımda döndük. Bizim Ladzi Kişer'lerin spor turnuvası versiyonu. Hani, süslenir püslenir gidersin. Yoğun bir dedikodu ortamı olur, kişiler tepeden tırnağa süzülür ya öyle bir olay burası da.. Bu kadar Hay'ın bir arada olduğu bir ortamda, 'ulan acaba bir bomba patlatırlar mı' heyecanı bile yok.  Ne olur ne olmaz Türkiye'de bu fikir pek de imkansız gelmez ya, onun heyecanı bile yok. Herkes bir keyfinde.

İşte Amerika'da yaşadığım o ikilemin özeti sanırım bu son dediklerim. Hem iyi hem kötü. İkisi o kadar bir arada ki orda.. niieeeh.. neyse.





Şöyle böyle geçti bir 20 gün Amerika'da. Gidin turistik olarak gezin dolaşın (Arabanız varsa...) Ama beni çağırmayın. Benim işim olmaz.. :)


31 Ağustos 2014 Pazar

Bilmeden yazdıklarım ki...


İstanbul'a Erasmus'a gittiğim dönemde adada arkadaşlarla içip şiir gecesi düzenlemiştik. Şiirler okurken artık kimin aklına geldiyse Çarkıfelek programındaki adamın şiirini, Özdemir Asaf'ın şiiri ile birleştirme sanatında bulunduk. ( WTF?) 

Önce o şiiri bir hatırlayalım...

BKZ:
-------------------------------------->


Gelelim bizimkine...
Pek şiirden anlamam ama bu şiirin birden fazla seviyesi var, her okunuşta başka bir anlam çıkan. Bir izleyin anlarsınız. Seviyeyi de, yaşadığımız kafayı da...





     


12 Ağustos 2014 Salı

Kıymetini Bilmeniz Gerekenler Listesi

Ayrıntıya girmeden, başıma gelenlerden kıymetini bilmemiz gereken şeylerin listesini yapacam. Birçok soru işareti oluşabilir ama inanın gerçek !

- Buzdolabınızın sürekli çalışıyor olduğunu bilmenin kıymetini bilin.
- Duşakabininizin paslı,  yarım metre kare olmamasının kıymetini bilin.
- Küfleşmiş klozeti hiç görmemenizin kıymetini bilin.
- 'Asla elimi sifona sokmam ' diyip bozulduğunda gerçekten sokmamanın kıymetini bilin.
- Marketin ancak arabayla gidebilecek kadar uzak olmamasının kıymetini bilin.
- Evde internete girebilmenizin, girdiğiniz her siteden kaç MB gider hesabını yapmamanızın kıymetini bilin.
- Mcdonald's için şehir değiştirmenizin gerek kalmamasının kıymetini bilin.
- Yıkandıktan sonra aynı kıyafeti giymeyişinizin kıymetini bilin.
- Duş telefonunuz çalışmadığı için güneşli bi günde balkonunuza hortum asıp yıkanmak zorunda olduğunuzda rüzgarın çıkmamasının kıymetini bilin.
- Paspasınızla kertenkele öldürme zorunda olmayışınızın kıymetini bilin.
- Kebap çeşidinizin sadece dönerle sınırlanmadığı bir ülkede olmanın kıymetini bilin.
- Şarabınızı açarken bir taraftan tırbuşonu çekerken diğer taraftan şişeyi tutanın tekrar sizin olmamasının kıymetini bilin.


En önemlisi,
- Kapıdan çıktığınızda, yürüyerek-arabayla-otobüsle-vapurla-metroya gidebilecek insanınızın olmasının kıymetini bilin.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

20 Haziran 2014 Cuma

Boyacıköy


Konsere gelen bilir Boyacıköy'de ne yapıyoruz, neden gidiyoruz, ne hissediyoruz orda. Ayrıntılı anlatamam burda belki ama bir nokta var değinmeden geçemeyeceğim.

Şunu bir dinleyin;
Mayr Araksi - Masis Taşı § Nareg Boynukalın - Sayat Nova

Ve yanlış anlamayın.. Her zaman yaptığımız klasik pikniğimizi yaparken çekilmiş kısa bir kayıt bu.  Orda da hissettiğim gibi, her dinlediğimde içim bir hoş oluyor. Aramıza yeni giren, bizi hemen benimsemiş şu harika çocuklar mı, şunca kişinin aldığı o ortak zevk mi, nesil farkında rağmen birlikte eğlenebilmek mi... Hangisi bu durumu cazibeli kılıyor bilmiyorum.
Ama içinde olabilmek çok güzel bir şey :))


Haziran 7, 2014

29 Mayıs 2014 Perşembe

23 Mayıs 2014 Sayat Nova Konseri

Hayatımda çok az an olmuştur o anın özel olduğunu yaşarken bildiğim.
'O an çok mutluydum' demedim. 'Şu an çok mutluyum' dedim. Çünkü farkındaydım. O an yaşadığım şey sürekli yaşayabileceğim bir şey değildi. O duygunun ne olduğunu bilmiyorum ama içimde bir şeyler, birtakım duygular tavan yapmıştı.

O gün,  23 Mayıs 2014'tü. Sayat Nova Korosu'nun 42 yılını anlatan konserin günüydü. Yurtdışındaki o bohem hayatımdan döndüğümde bir anda bu meşhur gün için uğraşıp duranlar arasında buldum kendimi. O kadar yoğun geçti ki bu dönem, heyecanım sönmüş gibiydi. Bitse de gitsek diyordum.

Konser gecesi saat 2'de uyumuştum, 5 saate kalkmıştım. Gece boyu ruh halim kurgu masasında son dakika iş yapanların bileceği gibi kelimenin tam anlamıyla allak bullaktı. Sorun sırf zaman değildi. Konserde önemli bir yeri olan videoların sorumluluğunda olunca olabilecek her küçük hatayı üzerime alıyordum. Konser başladığında videoların bir türlü girememesinin suçunu kendimde sahnede aradığım gibi.

Konser iyi-kötü başladıktan sonra geçirdiğim o 2-3 saatte öyle duygular yaşadım ki şunu dedim kendime; yok dedim saat 2'de yatmalar günlerini vermek değil, daha da - daha da çok şey yapmalıydım bunar için. Bana bunu yaşatan şeye minnetimi daha çok şey yaparak göstermeliydim.

Seyircilerin verdiği her tepkide her saniyesini, her kelimesini bildiğim esprilere ben de gülebildim. Provalarına yorgun argın gittiğimiz o şarkıları şen şakrak hoplaya zıplaya söyledim.
Hele hele Çocuk Korosu videosu sonrası o bir adım atarak çocuk korosundan yetişenlerin bir adım öne gelişi yok mu. Hayatımda attığım en manidar adımlardan biri olabilir kendisi :) Ben marşı söylerken biraz duygulanabilirim demiş, uyarmıştım milleti ama ne bileyim o adımı atar atmaz insanların bu kadar heyecanlanıp coşkuya geleceklerini. Bu duygu konser boyu sürdü gitti. Konser sonrası 'Bir korist sahnede bu kadar ağlar mı ya?' dediler.

Azdı bile..
Konser çıkışı Şişli Kent'te bulunan 'her' insanın verdiği 'her türlü' tepki o kadar manidardı ki. Bunları gördükçe, duydukça 'iyi ki... iyi ki... iyi ki...' demekten alamıyorum kendimi. Bana bu heyecanlar değildi sadece Sayat Nova'nın yaşattığı.

Çekimlerde koronun geçmişini anlattıklarında o kadar çok şey gördüm, duydum ki. En az onlar kadar verici- paylaşımcı olabilirsem bu hayatta, çok şey kazanırım.
 Çocuk korosunu anlatırken diyor ki; Çocuk korosundan yetişip, büyükler korosuna devam eden çok oldu. Çıkanlar da cemaatin diğer korolara gittiler. Olsun, ne fark eder?

Ben Sahakyan Korosunun 2013'teki konseri'nde kameramanken, aldığım zevk yüzünden kamera tuttuğum tempoyla aynı şekilde sallanıyordu (Pek verimli bir çekim olamamıştı tarafımdan). Hepsine konser çıkışı kendi koromdan bildiğim cümleyi, 'Dzaynernit Ansbar' (sesiniz sonsuz olsun) diye bağırdım bir coşkuyla. Onlar kadar mutlu olabilmiş, gurur duyabilmiştim...

İşte bana bir avuç insanın yaptığı harikalara gurur duymayı, haset etmemeyi Sayat Nova Korosu öğretmişti.

Ben buna ne kadar teşekkür etsem az...
''Biraz uzun  anlattim ama anlatmak istedim... :))''



««ՁԱՅՆԵՐՆԻԴ ԱՆՍՊԱՐ»»


6 Mayıs 2014 Salı

Unknown Countries

Coğrafya'ya olan ilgimin gün geçtikçe artması bana adını hiç duymadığım ülkeleri araştırmaya itti. İşte ya da okulda - sanki çok gidiyormuşum gibi- bazen boş vaktim olduğunda bu konuda Wikipedia'da sayfadan sayfaya atlamak bana müthiş derecede bir zevk veriyor. Öyle kendime Müslüman olmayayım diye - zaten olamam- bunları da paylaşma gereği duydum. Birkaç saat sonra sınavımın olmasına rağmen.

Facebook'un bana kattığı en güzel şey olan Geo Challenge oyunu sağ olsun alakasız bayrakların hangi ülkeye ait olduklarını biliyor, fakat başka hiç bilgimin olmadığını fark ediyorum. Nerdedir ? Dili nedir? Ne yapar? Hiç...


Here we go,




Kiribati:

Sizi bilmem ama ben Kiribati'yi sadece bayrağındaki dalgasıydı,kuşuydu, güneşiydi ordan aklımda tutmuştum. Nerde olduğunu da şimdi öğrendim. Büyük okyanus'un tam ortasında, haritada bugüne kadar rastlamadığım Kiribati'nin İngilizce ismi de Gilberts Islands'mış. İngiliz kaşif Thomas Gilbert keşfetmiş çünkü adaları. - Öteki diğer tarafta koskoca Amerika'yı buluyor da ismi verilmiyor-.
Orda konuşulan yerli dile de Gilbertese deniyor. Fiji ve Tuvalu'da da bu dil konuşuluyor. Yani bundan sonra Gilbertese biliyorum diyen biri çıkarsa karşınıza, durma yapıştır 'Ohh yes yes I know..Are you from Gilbert Islands or...?' diye.

Bir de Kendisi tam tarih değiştirme çizgisinde olduğundan, güne de yeniyıla da ilk giren ülkeymiş. Yeniyıla ilk ben girmek istiyorum diyorsanız Japonya'dan direk uçuş varmış Kiribati Bonriki Havaalanına. Free shop 'bulabilirsenız' bana da minik bir içki alırsınız.  Zira adadaki arka bahçemize benzettim ben biraz.






 Dünyanın tam ortasında, her şeyden uzak olmak bu olsa gerek;







Devam edelim;



Turks Ve Caicos adaları:

İngilizlerin huyu kurusun her kolonisinin bayrağında bir izi var. Turks Ve Caicos adalarında da görüldüğü gibi.
Bayrağının sağ tarafında da Istakoz, kaktüs ve türkçesi olmayan kabuklu conch adlı hayvanmış, ki görseniz 'haaaa...' dersiniz. Adada bulunan 3 temel şey bunlar olduğu için konmuş bayrağa.




İsminin Türk olduğunu görünce dedim  valla gerçekten 'Turkish people is EVRİVER. Ama yok onun nedeni bayrakta bulunan o kaktüsün başının Osmanlı fesine benzemesiymiş, ki baktım gerçekten benziyor.





Amerika'dan Kanada'dan da baya turist gidiyormuş. Bruce Willis Burda ev bile yaptırmış! Bir gün Cuba ya da Jameica'da olursanız, hadi bir de 'Turcs and Caicos adalarına uğrayayım' diyip Turks and Caicos Airlines 'ın uçağına atlar gidersiniz. Böyle bir ihtimal olabildiğine düşük olsa da belli olmaz. Dediydi dersiniz.








Palau:

Büyük ihtimal benden önce de duymuşsunuzdur ama rastladığım ilginç bilgiler ile, Palau'nun da burda olması gerektiğini düşündüm. Kendisi Filipinlere yakın gene bir ada ülkesi. Bayrağının Japonya bayrağına benzemesi, zamanında Japonya'nin himayesi altında olmasıdır. Zaten tarih boyunca bir İspanyalı'ların bir Almanlar'ın  derken elden ele geçmiş biraz. Sonunda bağımsız olmuş.

Konuştukları bir çok dilin yanı sıra kendi dilleri de var.Palauan dilinde 'Palau' köy demekmiş. Ama Malayca ile karıştırılmaması gerekiyormuş zira o dilde 'ada' demekmiş. Gerçekten çok büyük bir anlam karışıklığı yaşanırmış gerçekten... ada ülkesinde...

Gelelim bu ülkenin ilginç bulduğum noktalarına;
Piyasaya sürülen ilginç paraları var. İçinde su haznesi olan 2007 yapım paraları ve yaşadıkları anıları anlatan kare madeni paraları hep dikkat çekmiş.





İçinde bulunan suyu da koymak için taaa Fransız kasabası Lourders'ten getirtiyorlarmış. Amacı öğrendiğinizde benle de paylaşın.


Hazır para mevzusu açmışken şuna da değineyim. Yap adası adlı adada madeni paralar Palau adasında götürülen 5 tonluk kocaman kayalarmış. Hatta Palau adası'nda almak için onları ordaki insanların altında çalışırlarmış. Ne saçma sapan ilginç dünya ya? Neyse saygı duymak lazım :)

Gelelim yemeklerine;

Turistlerin gelip tattıkları ilk şey de Yarasa Çorbası oluyormuş. Ben yemeyi bırak şunun suratına bakmam. Yiyene afiyet olsun diyim ne diyim...





Güzelmiş böyle şeyler yazmak da... Daha yazarım makara kukara yazılarımdan ya da depresif yayınlarımdan çok daha yararlı herhalde.



23 Nisan 2014 Çarşamba

Sayat Nova Konseri!

                                         Sayat Nova Korosu Konser Tanıtımı - Yaş Kırk İki 


İçinde olduğum için hergün mutluluk duyduğum Sayat Nova Korosu'nun 42. Yıl konseri, 23 Mayıs 2014'te Şişli Kent Kültür Merkezi'nde olacak.

Geçen sene Belgesel Filmi ödevi olarak hazırladığım yaklaşık 40 dakikalık Sayat Nova Korosu'nun belgeselinde dinlediğim hikayeleri, tekrar tekrar dinlemek hep zevk veriyor. Bu hikayelerin paylaşılması gerektiğini düşünen biri olarak bunun için yapılması gerekenlerin içinde bir payımın olması, beni heyecanlandırıyor.

Umarım aldığım zevki herkes tadabilir.
Herkesi ama herkesi bekliyoruz!!




16 Nisan 2014 Çarşamba

#SaveKessab



Son günlerde ailecek fazla bir politika ile yüz göz olmamıza rağmen ben fazla bu işlere giremiyorum. Yapamıyorum sanırım kafam almıyor fazla. Olabilecek en saf duygularla bakıyorum olaylara. En saf duygularla üzülüyorum durumlarımıza. Ülkemde birçok problem var ve geldiğimden beri bulunduğum her ortamda küçük büyük herkes ile alakasız yerlerde bir politika konuşuldu, tartışıldı, bir sonuca varılamadı ve konu değiştirildi.

Bugünlerde işte, okulda, sokakta, otobüste her mutlu anımda aklıma gelip canımı yakan Kesab olayı beni fazla düşündürdü. Belki bu aralar sürekli Ermeni'lerin tarihteki öykülerini anlatan kitaplar okumam, fazla pekiştirdi durumları. Şu an orda yaşanan olaylar, insanların evlerinden alınıp hiç bilmedikleri yerlere sığınması... Sanırım tarih gerçekten tekerrürden ibaretmiş.

Bu konuda ilk düşündüğüm şey Kesab hakkında hiçbir şey bilmememdi. Soykırım döneminden sonra bile Ermeni'lerin yoğun olduğu, kültürü yaşatAbildikleri ender yerlerden biriymiş. Diasporadaki birçok Ermeni'nin yıl içinde ziyaret ettiği bir nevi vatan hasretini giderdiği bir yermiş. Bu köyü böyle bir olayla duymam ve artık istesem de göremeyeceğim gerçeği benim kendime sürekli kızmama sebep oluyor. Bilmiyor musun Kayane orası da yok olacak şurası da, sen Ermeni doğmuşsun bunlara tanık olabilirsin. Sırf Türkiye'de değil Suriye'li de olsan Lübnan'lı da orda da burda da..

Bunun üzerine kendimi sürekli her olaya hazır hissetmem gerekiyor gibi hissediyorum. Nasıl ki Kesab'lılar aylar önce yaşadıkları, her gün yaptıkları sıradan işleri yaptıkları yerden olacaklarını bilmiyordularsa, ben de belki bir 'bahane' ile evimden yurdumdan olabilirim.

''Bak kızım Kurtuluş'ta, Bakırköy'de birçok Ermeni yaşardı... Şurası cami değil, kiliseydi. Baruthane Caddesi var ya, Ramazan'da Pide kokarken baharda Paskalya'da mis gibi çörek kokardı. Yaz aylarını da Adalar'da, özellikle Kınalı'da geçirirlerdi.''

Sizi bilmem, bana pek de imkansız gelmiyor bu cümleler...Tarihte de imkansız olmamıştı zaten.
Kesab Köyü'nde de olmadı.




9 Nisan 2014 Çarşamba

Yüzsüz müyüm? İki yüzlü mü?

Bilmem.. Bence ikisi de değil.. Ortada büyük bir hırs alma var, o da gelip gidip bana vuruyor. Bana isabet etmesin diye uzaklaşıyorum-gizleniyorum-sokakları kendime dar ediyorum. Yetmiyor..

Bu dar geliş, bu titreme ile bir bilet daha aldım dün gece..
Kusuruma bakma İstanbul, sana ölüp bittiyordum ama sokakların beni mutlu edemiyor.
Kusuruma bakmayın İstanbul'da hep yanımda olanlar, bir de bu taraftan dinleyenler, kısaca tüm sevdiklerim.. Size bir mazeretim yok. Siz beni mutlu da ediyorsunuz ama..

Geçmiş defterlerimi kapatıp rafa kaldırmıştım. Çöpe atmam gerekiyormuş.
O zaman bu da  çöpe atma şerefine;





23 Mart 2014 Pazar

Sinema - Dans - Ankara

İstanbul Film Festivali'nin de yaklaştığı şu dönemde, her yıl olduğu gibi bu dönemde bir ağırlık çöküyor kızımıza. Sinema öğrencisi olarak gene bir sorumluluk hissediyorum. Dışa; 'bir gün ben de festivallik filmler yaparım' diyorum ama içten 'Ulan festivallik filmler yapmam gerek, oturup düşünüp taşınmam gerek' diye dertleniyorum. Öyle bir hedefe gitmem gerek..

Bunları bir zorunluluk olarak hissettiğim şu yıllarda, karşıma 'Dans filmleri' çıktı. Üstüne üstlük bunun bir de festivalleri oluyormuş. Hayatta yaparken mutlu olacağım, bunu düşündüğümde heyecanlandıran tek iş, bu olsa gerek. Asla sıkılmayacağım...

İnsan bir yetenekte bir diğer yeteneği konuşturmalı. Müziği de dansı da seviyorsam bunu tekniğini bildiğim 'film'de yapabilirim?!

Gasya ile oturup bunu hayal ettiğimiz ilk günden birkaç hafta sonra karşımıza çıkan ilk Ankara dans filmleri festivali, bu isteğimizi bir güzel pekiştirdi. E bir yerden başlamak gerek.. 2014'ü es geçelim ama 2015'te ordayız Ankara..

Herkes bilgilensin görsün, katılsın diye de bunu yapmışlar.
Umarım bu ilkin alnın akıyla çıkılır da devamı gelir...

15 Mart 2014 Cumartesi

Otomatik Portakal

   
    Eskiden yaparken zevk aldığım şeyleri, en azından mutlu olduğumu sandığım zamanları aklıma getirdiğimde, vücüdümün istemsiz bir tepkisiyle karşılaşıyorum bu aralar; Ürperme..

Soğuyup buz kesiyorum bir anda.
Belki onun kadar şiddetli değil ama bu bana direk Otomatik Portakal filmini hatırlatıyor.   Eskiden zevk alarak yaptığın bir şeyi hatırladığında bundan miden bulanması, bir anda taş kesip gözlerimin açılması.. Aynı filmdeki gibi. Tek farkı; isyan etmiyorum.  Sadece şaşırıyorum nasıl böyle olabilir diye? Bana kim ne dedi? ne yaptı da?

Fazla da kafa patlatmıyorum sanırım. Sadece tek derdim bana bunları yaşatacak anların, bir anda sokakta yürürken ya da otobüste giderken yani yalnızken aklıma gelmesini istemiyorum. Bu da gitgide içine kapandığım İstanbul sınırları içerisinde biraz imkansız görünüyor.

*** Bu yazıyı yazarken, bu filmden bahsederken, Moonlight'ı dinlemem bir hayli ilginç bir tesadüf. Filmi izleyenler bilir. Tabi oturup klasik müzik dinleyen biri maalesef olamadım. Sadece sanal klavyede bunu çalmaya çalışırken ( çalabildiğim tek parça İDİ) ''Kayane vazgeç, aç youtube'u düzgün dinle'' dediğim için fonda çalıyor. Sizde de çalsın ?